İnsanlar diğer maymunlarla kıyaslandığında iki ayak üstünde dik yürüdüler. Ayaktayken vahşi hayvan ve düşmanlara karşı savanı korumak daha kolaydır. Çünkü hareket etmek için gerekmeyen kollar, taş atmak, silah kullanmak ve işaret etmek için kullanılabilir.
Ancak bu dik yürüme kadınları daha çok etkiledi. Dik bir duruş daha dar kalçalar demekti ve bu da doğum kanalının daralması anlamına geliyordu. Üstelik bu süreçte bebeklerin de beyni giderek büyüyordu. Bebeğin kafası daha küçük olduğundan, erken doğum yapan kadınlar daha çok hayatta kaldılar ve daha çok çocuk sahibi oldular. Bu durum, diğer hayvanlarla kıyaslandığında, bebeklerin pek çok hayati öneme sahip sistemleri tam olarak gelişmeden doğmasına neden oldu.
Bir tay doğumdan kısa bir süre sonra yürüyebilir, bir yavru köpek birkaç haftalıkken annesi yiyecek ararken onu yalnız bırakabilir. Ancak insan bebekleri yıllar boyunca yardım, bakım, koruma ve eğitim için büyüklere muhtaçtır. Bu nedenle beyin gelişimi tamamlanmadan doğan bebekler, bu gelişimi tamamlamak için başka insanlara bağımlı oldular. Uzun yıllar boyunca başkalarından destek görme zorunluluğu, bebeğin diğer insanlarla arasında sıkı bir bağ kurmasına neden oldu. Hatta öyle ki, günümüzde yapılan araştırmalara göre bebek doğduğunda beyin gelişiminin yalnızca %25’i tamamlanmıştır. %75’lik kısmı diğer insanlarla olan ilişkileri ve onların desteği ile tamamlanır. Bu nedenle ilişki, yaşamımızın çok büyük bir kısmına etki eder. İlişki demek, yalnızca romantik değil, hayatımızda bulunan ya da bir zamanlar bulunmuş herkes ile olan ilişki demektir. Bu da demektir ki, çocukluğumuzda sahip olduğumuz ilişkiler, tüm yaşamımızda çok önemli etkilere sahiptir. Hatta çocukluğunda iyi ilişkiler kurma ve yeterli bakım görme fırsatına sahip olamamış çocuklar, bu nedenledir ki yaşamlarının geri kalanında birçok problem, psikolojik rahatsızlık yaşarlar.
Bunun dışında, evrim insanın sosyal ilişkilerine olağanüstü katkılar yapmıştır. Yalnız yaşayan bir anne, yardıma muhtaç çocukları ve kendisi için gıda ararken çok zorluk yaşamıştır. Hatta büyük ihtimalle hayatta kalamamıştır. Bir çocuk büyütmek, ailenin diğer üyelerinden ve komşulardan sürekli yardım almayı gerektirir. Bu nedenle bir çocuğu büyütmek için bütün kabileye ihtiyaç vardır. Evrim, güçlü sosyal bağlar kurabilmeyi desteklemiş hatta bir yerde mecbur kılmıştır. Bu da diğer hayvan gruplarıyla kıyaslandığında insanların daha kolay ve çok üyeli birlik oluşturmasını sağlamıştır. Günümüzde büyük şehirler ve devletler kurmamızın en önemli temel sebeplerinden biri de bu durumdur.
Homo cinsinin besin zincirindeki yeri çok yakın bir zamana kadar ortalardaydı. Milyonlarca yıl boyunca insanlar küçük hayvanları avladılar ve büyük avcılar tarafından avlandılar. Fakat 400 bin yıl önce çeşitli insan türleri büyük av hayvanlarını avlamaya başladı ve ancak 100 bin yıl önce Homo Sapiens’in ortaya çıkışıyla, insan besin zincirinde yukarı zıpladı. Ancak bu durum çok büyük sorunları beraberinde getirdi.
Besin piramidinin tepesindeki aslan ve köpek balığı gibi hayvanlar, bu pozisyona kademeli olarak milyonlarca yıl içinde yükselmişti. Bu da ekosistemin çeşitli kontrol ve denge mekanizmaları üreterek, aslanlar ve köpekbalıklarının ortalıkta terör estirmelerini engelledi. Aslanlar daha ölümcül oldukça ceylanlar da daha hızlı koşmaya, sırtlanlar daha iyi iş birliği yapmaya, gergedanlar daha saldırgan olmaya başladı.
Fakat, insan tepeye o kadar hızlı çıktı ki, ekosistemin gerekli ayarlamaları yapacak vakti olmadı. Ayrıca insanlar da bu değişime ayak uyduramadı. Büyük avcıların çoğu, milyonlarca yıl süren hakimiyetleri sayesinde kendilerine olağanüstü derecede güveniyorlar. Sapiens ise adeta bir muz cumhuriyetinin diktatörü gibi. Yakın zamana kadar savandaki orta halli yaratıklar olduğumuz için hâlâ korku ve kaygılarımız var. Bu durum da bizi fazlasıyla zalim ve tehlikeli kılıyor. Ölümcül savaşlardan çevre felaketlerine kadar pek çok tarihsel kötülük, bu çok hızlı gerçekleşen sıçramadan kaynaklanıyor.
Ne kadar evrimleşirsek evrimleşelim; duygularımız hâlâ savanda yaşayan ve saldırı bekleyen bir insan gibi korku ve kaygı dolu. Aslında duygularımız çok fazla evrimleşemedi. Her zaman bir korku halinde, kaygılarımızın esiri olmamız insanlık tarihinde milyonlarca kötü olaya sebep oldu. Sürekli bir tehdit hissettiğimiz için, sürekli silah ürettik ve durmadan geliştirdik. Diğer kabile ya da devletin bize saldırmasından korktuğumuz için biz ona saldırdık ve hepsini yok ettik. Bazen bunu, kaynaklardan daha çok pay almak için yaptık.
Günümüzde bir komşunuzun evini basıp, basın mensupları önünde o kişiyi öldürüp servetine el koyamazsınız; ancak bunu kalabalık ve güçlü iseniz yaparsınız. Bir devlet, başka bir devleti yalnızca kaynaklarına sahip olmak için işgal edebilir ve güçlüyse bunun karşısında kimse duramaz. Çünkü işgal eden devletin yöneticileri aslında iç dünyalarında hâlâ savanın ortasında yaşıyordur; en güçlü olup en az tehlike yaşama kaygısı o kadar yoğundur ki bunun yolu daha çok kaynağa sahip olmak ve rakiplerini güçsüz kılmaktır.
Bu durum tüm hızıyla devam ediyor ve tamamen yok olduğumuz güne kadar hiç durmayacak. Artık diğer hayvanlar bizim için tehdit değil; hayvanların en acımasızı olan insanlar yani Homo Sapiensler kendi cinsi için en tehlikeli ve ölümcül canlılardır.
Anıl Yılmaz
Uzm. Psikolog & Psikoterapist